Nedim İnce | Yaşlı Adam ve Kedi (Öykü) | MERSİN MOZAİK
Nedim İnce

Nedim İnce

Yaşlı Adam ve Kedi (Öykü)


Ne çabuk sabah oldu diye düşündü alarm çaldığında. Gözlerini açtı. Pencereden içeriye dolan karanlık içini kararttı.

Ruhu sanki fotoselliydi. Işık olursa, hele de denizle, ağaçlarla, kuşlarla dans eden pırıl pırıl bir güneş; canlanırdı. Evrim kendine, güneşi görünce kıpır kıpır olan şu sevimli süleymancıktan bir gen mi hediye etti diye düşünmeden edemezdi.

İçinin aydınlanması için biraz daha beklemesi gerekecekti. Her sabah güneş doğmadan düşerdi yollara ve güneşi doğururdu yollarda. Keyfi biraz yerine gelirdi güneşi görünce. Bazen bulutlar onu engellese de orada olduğunu bilmesi yeterdi.

Uzun yıllar şansızlığın yakasını bir türlü bırakmadığından yakındı. Aslına bakarsanız biraz abarttığını da bilirdi. Bilirdi bilmesine de yine vazgeçmezdi.

Şansım döndü, dedi bir sabah işe giderken, yeni aldığı yeni olmayan arabasının direksiyonunu sıkı sıkı kavrarken; şansım döndü.

Hücum eden kalabalığın sürüklemesiyle bindiği sıkış tepiş otobüslerden kurtulmuştu artık. Çok mutluydu mutlu olmasına da içine yumruk gibi oturan şu boşluk olmasa…

İlk günlerin sevinci geçti.

Arabasız günler silindi gitti hafızasından; o doğduğundan bu yana o direksiyonun başındaydı sanki…

İçindeki anlam veremediği eksikliğin sesini işte o zaman duydu. O ses, otobüsle işe giderken sabahları tek eğlencen insanların yüzlerine, davranışlarına bakıp ne düşündüklerini, ne hissettiklerini tahmin edip üzerlerine hikayeler uyduruyordun, diyordu…

Gerçekten de öyle yapıyordu. Kurdukça, yüzünü güldüren, içini ısıtan, günün kasvetini katlanır kılan hikayeler uydururdu her sabah ve gün için de yaşadığı tatsızlıklar pek umurunda olmazdı bu sayede.

Araba hızlı akan hayatını daha da hızlandırmıştı. Artık gözlem yapacak, hikaye uyduracak zamanı kalmamıştı. Bir şeyler yaşıyordu ama ne olduğunu kendi de pek fark edemiyordu. Otobüse binerken kendini içine sürükleyen kalabalıklar gibi hayatın hızlanmış anaforlarına kapılmış gidiyordu.

Bir gün, biraz hızlansaydım sarı ışığı kaçırmaz, kırmızıya yakalanmazdım diye düşündüğü bir gün; kırmızı ışıkta beklerken eski alışkanlığı nüksetti.

Etrafını gözlemeye başladı.

Caddenin solunda kaldırıma bitişik tek katlı gecekondular vardı. Işığın hizasına yakın olan evin önünde, kaldırımda, tahta bir sandalyeye oturmuş sabah güneşinin tadını çıkaran yaşlı bir adam çekti dikkatini.

Yaşlı adam cebinden törensel bir hareketle sigara paketini çıkardı, aynı törensel bir yavaşlıkla eline bir sigara aldı. Sigarayı yakma konusunda da acelesi yoktu; sigarasını elinde evirip çevirip durdu.

Tam o anda adamın yanına bir kedi yaklaştı, ayaklarına sürtünmeye başladı. Kedinin bu “beni sev” davetini kabul etti yaşlı adam. Onu bir süre okşadı, daha sonra aynı dinginlikle çakmağını çıkardı ve bir elinde çakmak bir elinde sigara, anın tadını çıkarmaya devam etti.

Yaşlı adamın ayaklarına biteviye sürtünen kedinin mutlu mırıltısı kendisine kadar gelmese de duyuyor, sıcaklığını hissediyor ve hareketleri daha da yavaşlıyordu.

Her şey kırmızı ışıkta başladı, yeşil ışıkta bitti.

O kısa zamana bir hikaye uydurmak istedi; yapamadı.

Hayat yaşadıklarını zaten öyküleştirmişti…



ARŞİV YAZILAR