“Paylaşacak dostların yoksa/ İyi şeylere sahip olmanın anlamı yoktur/ Eğer gönülden verecek kadar zengin değilsen/ Kazandığın şeylerin önemi yoktur/ Dinlemeden yargılıyorsan birini/ Elde ettiğini sonucun önemi yoktur/ Anlamıyorsan bir kalbi/ Verdiğin değerin önemi yoktur…” Seneca
“Zekanın ışığına her zaman ulaşabiliriz; ama gönül zenginliğini bize kimse veremez…” Goethe
Gönül, kültürümüzde, kalpten geldiği inanılan duyguların kaynağına verilen isimdir. Duyguların kaynağı olduğu için de yaşamımızda çok önemli bir yer tutar. Onun için ona dair birçok şiir yazılmış, türkü yakılmış, deyimler üretilmiştir.
İnsanın bu zorlu dünyada yaşayabilmesi için birbirine muhtaç olduğu belki de en eski bilgilerden biridir.
Birlikte yaşamak zorunluluğunun, zorunlu kıldığı bağlar insanı sosyal bir varlık haline getirdi.
İnsanı, evrim sürecinde insansı hale gelene ve oradan homo sapinese varana kadar, hayatta tutan refleksler ve bir süre sonra bunlardan gelişen duygulardı. Beyin geliştikçe refleks ve duygulara akıl da eklenmeye; duyumların algıya, algıların düşünceye, bunların da hep birlikte davranışa dönüşmesi daha da karmaşıklaşmaya başladı.
İnsan, aklıyla bilimi, bilimle teknolojiyi yaratarak günümüze kadar geldi. Artık doğa onun için ciddi bir tehlike olmaktan çıktı. Yine de geliştirdiği üretim araçları ve üretim ilişkileri, üstelik de çok kalabalık topluluklar halinde bir arada yaşamayı zorunlu kılmayı sürdürdü.
İnsanın birebir ya da yakın çevresiyle kurduğu ilişkilerde duygular ya ön planda ya da akıl ile işbirliği içindedir.
İnsanın kurum ve toplumla: kurumların, kurumlarla: toplumların toplumlarla: devletlerin devletlerle ve de en önemlisi tüm bunların dünya ile ilişkisinde ise akıl ön plandadır. Duyguyu küçümser, aşağılar, zayıflık kabul eder.
Akıl kendini önceller, başka akılları, hele de günümüzde, rakip görür, kararlarını kendi çıkarlarına göre verir…
Bu nedenle hızla kafatası içinde bulunduğu insanı, onlardan oluşmuş toplumu, toplumlardan oluşmuş devletleri hep birlikte, dünyadaki kendi yaşam koşullarını dönülmez sona doğru sürükler…
Küresel ısınma…
Eli kulağında üçüncü dünya savaşı…
Bilim elde ettiği verilerle insanın ve onlarla birlikte yaşayan canlıların beş kez yok olma sınırına geldiğini tespit etmiştir; nitekim bu kitlesel yok oluşlar birçok canlı türünün de yok olmasına neden olmuş, her nasılsa insan kurtulmuştur.
İnsan aklı sayesinde kurtulmuştur diyeceğim ama akıl sayesinde hızla yok oluşa koştuğunu görünce buna dilim varmıyor.
Neydi insanı yok oluştan kurtaran?
Duygularıydı; aklıyla birlikte dengeli olarak kullandığı, diyeceğim gönül rahatlığıyla...
Dayanışma duygusuydu, yardımlaşmaya dönüşen…
Sevgiydi, bebeğini hayatta tutan, kendisinin ve çevresinin yaşama isteğini ve de olasılığını arttıran…
Fedakarlıktı, karşılıksız desteği besleyen, gönüllüğe ebelik eden…
Gönüllüktü, kendi çıkarını umursamadan çevresi zor durumunda olduğunda hiç düşünmeden yardımına koşan…
Bağların en güçlüsü olan gönül bağıydı, sevinçte, dertte, tasada hep birlikte hareket etmeyi sağlayan…
Altıncı yok oluşun sınırından yine dönmemiz mümkün; gönül bağını koparan, dayanışmayı zayıflatan, sevgiyi çıkar ilişkilerinin çıktısı haline getiren, fedakarlığı enayilik, duyguyu zayıflık olarak gören, gönüllülüğe ket vuran aklın, duyguyu da kendine alet ederek kurduğu hegemonyasından kurtulduğumuzda…
Bunun hala olası olduğunu düşünüyorum;
Sevgiyle, bilgiyle, güvenle, dayanışmayla…
Gönül bağının gücüyle…