Bazı çocuklar vardır…
Kalabalık bir okul koridorundan geçerken görünmez olmaya çalışırlar.
Başlarını biraz öne eğer, seslerini kısarlar. Kimselere çarpmadan yürürler ama aslında içlerinden geçen fırtına öylesine büyüktür ki, o sessizlik bir çocuğun en yüksek çığlığına dönüşür.
Son yıllarda bu çığlığı daha çok hissetmeye başladık; çünkü giderek daha fazla çocuk, dünyalarının ikiye ayrıldığı bir yaşamın ortasında kalıyor. Kâğıt üzerinde “parçalanmış aile” yazsa da, gerçekte parçalanan çoğu zaman bir çocuğun içindeki güven duygusu oluyor.
Bir öğrencinin bir gün sınıfta kıpır kıpır olup ertesi gün tamamen içine kapanması tesadüf değildir. Bazen teneffüste gülüp derste susması, bazen ödev defterini masaya bırakırken ellerinin titremesi… Bütün bunlar bir sorunun sessizce zihninde dolaştığını gösterir: “Bu akşam annede miyim, babada mı?” Bu soru, yetişkinler için basit görünse de bir çocuğun yüreğini taşıyamayacağı kadar ağırlaştırabilir. Bir çocuğun kalbinin ikiye bölünmemesi için olağanüstü bir sevgi gerekir.
Biz öğretmenler çoğu zaman sayılarla konuşuruz: sınav puanları, devamsızlık yüzdeleri, başarı grafikleri… Ama hiçbir grafik bir çocuğun eve dönerken yutkunarak bastırmaya çalıştığı hüznü anlatamaz. Evdeki tartışmalarla düşen notları, geceleri sessizce ağladığı için sabah derste dalıp gitmesini, zorla güçlü görünmeye çalışırken yaşadığı kırılmayı kimse istatistiklere yazmaz. Oysa bir çocuğun gerçek başarısı bazen sadece nefes alabilmesidir.
Bazı çocuklar, kendi dünyalarında görünmez savaşlar verirler. En çok sevdikleri iki insan arasında sıkışıp kaldıklarında, taraf tutmak zorunda bırakıldıklarında, kalplerinde açılan yaralar uzun süre kapanmaz. “Baban ne dedi?”, “Annen yine mi geç kaldı?” gibi yetişkinlerin sıradan bulduğu cümleler, bir çocuğun içinden ikiye ayrılan dünyayı daha da keskinleştirir. Bir çocuk, iki taraf arasında sıkıştığında aslında kendine sırtını dönmek zorunda kalır.
Okullar bu hikâyeyi kimi zaman fark eder. Bir öğretmen, bir çocuğun gözlerindeki durgunluğu kaldırıp içinde saklanan acıyı sezebilir. Bir rehber öğretmen, sessiz oturuşun ardında bir fırtına olduğunu anlayabilir. Ama çoğu zaman hayatın hızlı akışı içinde bu sessiz çığlıklar duyulmadan geçip gider. Sınıfta konuşmayan bir çocuk sadece çekingen değildir; bazen yalnızdır, bazen kırgındır, bazen de hayatındaki değişikliklere karşı kendini savunmasız hisseder.
Ama her zorluk gibi bu da çözümsüz değildir. Bir öğretmenin şefkatli bir bakışı, bir rehber öğretmenin doğru zamanda soracağı kısa bir soru, anne ya da babanın tartışmayı bir kenara bırakıp çocuğa “Sen benim için her şeyden daha önemlisin.” demesi… Bunlar bir çocuğun dünyasını yeniden kurabilir. Bir çocuğun aradığı çoğu zaman büyük sözler değil, küçük ama gerçek bir güvencedir: “Yanındayım.” “Yalnız değilsin.” “Sana inanıyorum.” Bu cümleler bazen bir çocuğun içindeki kırgınlığı iyileştirir, eğitim hayatında bir notla ölçülemeyecek kadar büyük fark yaratır.
Aslında “parçalanmış aile” diye bir kavram yoktur; parçalanan ilişkiler vardır. Ama çocuklar… Çocuklar hiçbir parçalanmayı hak etmez. Aile dağılırken en çok kim etkilenir biliyor musunuz? Hep çocuk. Ama birinin elini tutması, sessiz çığlığını duyması, en soğuk kışları bile bahara dönüştürebilir. Çünkü bir çocuk bazen sadece birinin gerçekten fark etmesine ihtiyaç duyar.