Sadelikte güzellik bulunur. Halbuki nefis fazlalıktan hoşlanır. Süslü, renkli, çeşitli şeyleri ister ve asla tatmin olmaz. Nefsini hiç olmazsa bir miktar terbiye edebilmiş olan kişiler, kanaat duygusu gelişince azla yetinebilmeyi, eldeki ile mutlu olmayı öğrenir.
Maalesef dünyada her şey gittikçe maddeyle ve maddi güçle ölçülmeye başlandı. Dolayısıyla güçlü olmak isteyen ülkeler ve bu ülkelerdeki şirketler, toplumları nasıl daha çok tüketime yönlendireceklerini düşünüp, bu konuda araştırmalar yapıp insanları tamamen tüketici hale getirdiler. Normal yapılan reklamlar yetmezmiş gibi seyrettiğimiz filmlerde, belgesellerde, hatta okuduğumuz bazı kitaplarda bile gizli olarak ürün yerleştirmeler bulunuyor. Bizler farkında dahi olmadan bu güçlerin yönlendirmeleriyle hareket eder hale geldik.
Ancak sadece çok özel beyinler ve belli bir kültüre sahip kişiler, bu tüketime yönelik dayatmaya karşı durabiliyor. Bu karşı duruş da bazen en yakınlarımızla dahi aramızda sorunlar oluşmasına sebep olabiliyor. Çocuklarımız, eşimiz ve arkadaşlarımız bu tüketim çarkının içerisine bizi de çekmek için çabalıyor ve biz karşı duruşumuzla onlarla muhalif hale geliyoruz.
Biraz düşünecek olursak; bir iki çeşit yemekle doyabilecek bir insanın çeşit çeşit yiyeceklerle dolu bir masada her çeşit yemekten yemeye çalışması hem komiktir hem de oldukça sağlıksızdır. Ya da çok fazla giysisi olan birinin her gün ne giyeceğim diye düşünmesi, seçim yaparken karar vermekte zorlanması, kendi kendine oluşturduğu ve hayatına dahil ettiği bir külfettir aslında. Bu şekilde mutlu olmaya çalışan insan, bitmeyen arzuları sebebi nedeniyle, iyice mutsuz hale gelmektedir.
Toplumun bu şekilde tüketime yönlendirilmesi, her şeyin maddeyle ölçülmesi, sadece bireylerin hayatını zorlaştırmakla kalmayıp, toplumsal anlamda da manevi konuların ve ahlaki değerlerin hızla yok olmasına sebep olmaktadır. Küresel Isınma, iklim değişikliği, dünya barışının yok olması gibi hepimizi ilgilendiren ve sonuçlarını hep birlikte yaşadığımız konular bile pek çok insanı ilgilendirmez hale geldi, acı ama gerçek. Artık bir toplu taşıma aracında kendisinden yaşlı birine yer veren genç, iyi bir insan olarak değerlendiriliyor, örnek gösteriliyor. Halbuki her gencin yapması gereken sıradan bir davranıştır bu. Bu sıradan davranış bile artık bir vasıfmış gibi görülüyor ya da kendisine ait olmayan bir eşyayı bulan kişinin bunu sahibine ulaştırması, televizyon haberlerine kadar çıkıp bu kişinin övgüler almasına sebep oluyor. Bir kaç yüz yıl geçmişimize baktığımızda Osmanlı döneminde camilerin ve bazı binaların dış cephelerinde sadaka kutularının olduğunu, bu kutulara ekonomik durumu iyi olan insanların para bıraktıklarını ve sadece ihtiyacı olan kişilerin o kutulardan ihtiyaçları kadar para aldıklarını biliyoruz. Böyle bir kültürün mirasçısı olan bizler, şu an camide ibadet ederken ayakkabılarımızın çalınabildiğini görmekteyiz. Bu kadar kısa sürede nasıl bu hale geldik ve düzelmek için neler yapmalıyız? Bu konuda gerek bireysel, gerekse toplumsal olarak düşünmeli ve çareler bulmalıyız.