Gerçeklikten Kopmamak: Toplum ve Yenilenme
“Sizin kişisel duygu, düşünce ve inançlarınızdan bağımsız, objektif bir gerçekliğin mümkün ve var olduğunu anlamanız için kızgın bir demire ya da sobaya dokunmanız yeterli olur.
O anki doğal, ekonomik ve sosyal şartlara göre bir gerçeklik vardır. O gerçeklik; bizim subjektif duygu, düşünce ve inançlarımızdan bağımsız olarak vardır. Onu olduğu gibi, ne eksik ne fazla algılayabildiğimiz oranda doğru düşünce ve davranışlara yakınlaşabiliriz. Olayları ve ilişkileri mümkün olduğu kadar, subjektif duygu, eğilim ve inançlarımızdan bağımsız, ekonomik, sosyal ve doğal verilere ve bilime dayalı olarak, sebep-sonuç bağlarıyla analitik olarak değerlendirerek daha doğru fikirlere ulaşabiliriz. Aslında her türlü düşünce, duygu, eğilim ve inançlarımızın da ilk yaratıcısı ve geliştiricisi o anki objektif ekonomik, sosyal ve doğal çevremizdeki maddi gerçekliktir. Aksi halde skolastiğin ya da idealizmin bataklığından kurtulamayız.
Gerçeklik de zamanla değişir, gelişir ve bizim duygu, düşünce, eğilim ve inançlarımızı da ona göre değiştirir. Herkese göre ayrı ayrı bir gerçeklik yoktur. O anki gerçeklik herkesi değişik şekilde etkileyebilir. Bu değişik etkilenme, o kişinin ekonomik, sosyal, cinssel ve doğal durumuna göre değişebilir. Subjektif duygu, düşünce, inanç ve eğilim ve değerlendirmelerimizi “objektif gerçekler” diye dayatmaya kalkmak bizi telafisi mümkün olmayan yanlışlara sürükleyebilir.” 2
Gerçeklik, insanın en temel bağlamıdır; onun düşünce ve eylemlerinin sınırlarını çizen, bilinçli bir varlık olarak varoluşunun dayandığı topraklardır. Fakat, çoğu zaman insan, kendi içsel dünyasının derinliklerine daldıkça dış dünyadan kopar, kendi algılarıyla ve idealleriyle gerçeği manipüle etmeye çalışır. Gerçeklikten kopmamak, yalnızca fiziksel bir varlık olmanın ötesine geçmeyi, bireyin toplumsal bağlamda da anlamlı bir varoluş sergilemesini gerektirmez mi? Toplumların buluştuğu bu topraklarda, Anadolu’nun tarihsel ve kültürel derinliğinde, bu gerçeklik arayışının izlerini görmek mümkündür. Anadolu, yalnızca bir coğrafya değil, içinde barındırdığı tarihi geçmişin ve toplumsal yapının da bir yansımasıdır. İşte bu yansıma, toplumsal gerçekliğin derinliklerinden çıkan emek ve alın teriyle şekillenir.
Toplum, bir araya gelmiş bireylerden meydana gelir; her birey, toplumun dinamiklerine göre şekillenirken, aynı zamanda bu toplumu da şekillendirir. Gerçeklik, toplumsal bir sözleşme olarak var olur. Bir toplumun gelişmesi, yalnızca teknolojik ya da ekonomik ilerlemeyle değil, aynı zamanda bireylerin emekleri ve bu emeğin toplumsal değerle buluşmasıyla mümkün olmuştur. Emeğin yansılamalarını yok sayma anlayışlarını kim benimseyebilir ve olumlar? Emek, yalnızca bedensel bir çaba değildir; o, düşüncelerin, değerlerin ve ideallerin toplumsal zeminde hayat bulmasıdır. Toplumsal gerçeklik, bu emeğin ürünü olan somut değerlerle şekillenir. İnsanın en temel ihtiyaçlarını elde etmek için, emek yoluyla kazanmak, üretmek ve bu üretimle toplumsal yapının bir parçası haline gelmesidir.
Her zaman bir kayıp, bir eksiklik değil, aynı zamanda bir deneyimdir yenilgi. Toplumların tarihsel süreçleri içinde, bireyler ve gruplar karşılaştıkları zorluklarla büyür, yenilikler yaratır. Ancak bu yenilikler, her zaman bir bedel gerektirir. Bu bedel, emekle kazanılır ve toplumun ortak mücadelesinin bir sonucu olarak şekillenir. Toplumların tarihsel yolculuklarında, yenilgi yalnızca bir geçiş dönemi değil, aynı zamanda toplumsal yeniden doğuşun, yenilenmenin de başlangıcıdır. Her yenilgi, toplumun kendi değerlerini sorgulamasına, kendi dinamiklerini yeniden gözden geçirmesine ve yeni bir yön belirlemesine olanak tanır. Bu süreçte, toplumsal ölçüler yeniden çizilir ve toplumsal hareketlilik, bireylerin özgürleşmesi ve gelişmesi için yeni fırsatlar doğar.
Toplumsal bir yenilenme, geçmişin yanlışlarından ders almak ve bu derslerle geleceğe yürümek anlamına gelir. Toplumlar, yenilgilerden sadece zarar görmezler; onlar, bu deneyimlerden ders çıkararak daha güçlü, daha bilinçli bir biçimde yeniden şekillenirler. Bu yenilenme süreci, sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma çabasıdır. Toplumlar, toplumsal ölçüleri ve değerleri yeniden inşa ederken, eski düşünce kalıplarını yıkıp yenilerini oluştururlar. Yenilenme sadece bir fiziksel ya da ekonomik değişim değil, bireylerin ve toplumların zihinsel, kültürel ve manevi dönüşümüdür. Yenilgi, toplumu duraklatmaz, aksine onu hareketlendirir, yeniden düşünmeye ve varoluşunu sorgulamaya sevk eder. Bir toplumun kendi tarihini sorgulaması ve geçmişin hatalarından ders çıkarması, onun kültürel zenginliğine yeni bir boyut katmakla kalmaz, aynı zamanda gelecekteki toplumsal yapıyı şekillendirir.
Popülizm, genellikle toplumsal değişimlerin ve yenilenme süreçlerinin en hızlı ve en kolay şekilde kontrol edilebileceği bir zemin olarak karşımıza çıkar. Popülizm, halkın en geniş kitlesini etkileyerek, onların duygu ve düşüncelerini yönlendirmeyi amaçlar. Popülizmin en büyük tehlikesi, gerçek toplumsal meselelerin üzerini örtmesi, halkı gerçek sorunlardan uzaklaştırmasıdır. Toplumların değişim ve yenilenme süreçlerinde, popülizmin kısa vadeli çözümler sunduğu düşünülebilir, ancak bu çözümler derinlemesine bir değişim, toplumsal yapının yeniden inşasının temellerini atmaz. Gerçek dönüşüm, sadece yüzeysel ya da geçici çözümlerle sağlanamaz; o, bireylerin gerçeklikten kopmadan, bilinçle, toplumsal sorumluluklarını yerine getirmesiyle mümkündür.
Bireyin toplumsal sorumluluğuna, geçmişin tarihsel/siyesi/ekonomik/coğrafi/bilim ve teknolojik değerlerinden aldığı derslere ve gelecek için belirlediği ilkeler ışığında gerçeklikten kopmadan geleceğe bakmalı. Toplumların buluştuğu topraklar, bu değerlerin test edilip yeniden şekillendiği, değişimin ve dönüşümün yaşandığı topraklardır. Anadolu, tarihi boyunca birçok kültürün ve toplumun birleştiği bir yer olmuştur. Bu topraklarda her bir yenilgi, her bir mücadele, toplumsal yapının yenilenmesine ve güçlenmesine katkıda bulunmuştur.
Mevlana der ki:
Küle döndüysen, yeniden güle
dönmeyi bekle. Ve geçmişte
kaç kere küle dönüştüğünü
değil, kaç kere yeniden
küllerin arasından doğrulup
yeni bir gül olduğunu hatırla.
Anadolu’nun tarihsel bir gerçeğinin özetinin,özetini yapacak olursak:”Yenilmek ve Küllerinden Yeniden Doğmak”. Toplumsal gerçeklik, yalnızca bireylerin içsel dünyasıyla değil, aynı zamanda onların dış dünyadaki etkileşimleriyle de şekillenir. Emek, alın teri ve toplumsal değerler, toplumların gelişmesinde en önemli rolü oynar. Yenilgi, yalnızca bir kayıp değil, aynı zamanda bir yeniden doğuş sürecidir. Gerçek toplumsal değişim, geçmişten dersler alarak, yenilenen değerlerle inşa edilir. Bu süreçte, bireylerin emekleri, toplumların kültürel zenginlikleri ve ortak çabaları, toplumun daha adil, daha özgür ve daha güçlü bir şekilde yeniden yapılanmasına katkıda bulunur.
Kaynakça:
Rubil Gökdemir1 ve Nezih Gençler2