YAŞLANMA YAŞLILIK
Doğan canlılar ölüme mahkum olduğu gibi, ölüm geciktikçe, yaş aldıkça, yaşlandıkça yaşlılığa da mahkumdur.
İnsanlar evrimin sağladığı olanaklarla zeka düzeylerini dünyadaki mevcut canlılar içinde en üst düzeye taşımışlardır. Bu insanlığa çok önemli avantajlar sağlarken üstesinden bir türlü gelemediği bir sıkıntıya da yol açmıştır: Öleceğini bilmesinin yarattığı sıkıntı…
Yaşlılığın, ölümün kaçınılmazlığının dayanılmaz acısı; ölümsüzlük suyu gibi mitler, lokman hekim gibi söylenceler ve günümüzde ‘antiaging’ gibi alanlar yaratmıştır. Aklı yettiğinden bu yana hayatın doğal akışını içine sindiremeyen bizler, en sonunda yaşlılığı ve yaşlanmayı hastalık edip, tedavisine koşturur olduk: Antiaging
Yaşlılığın kabul edilen ortak bir tanımı yoktur. Yaşlılık tanımında bir ölçüt takvim yaşıdır. Bu da değişkendir. Zira Dünya Sağlık Örgütü yaşlılık sınırını zamanla daha üst seviyelere taşımaktadır. DSÖ bir zamanlar 65 takvim yaşını yaşlılık sınırı olarak kabul ederken günümüzde bu sınırı 75 takvim yaşı olarak kabul etmektedir.
Yaşlılık tanımı ayrıca biyolojik, fizyolojik, duygusal ve fonksiyonel açıdan da farklı şekillerde yapılmaktadır.
Örneğin Dünya Sağlık Örgütü; 1998 yılı Dünya Sağlık Raporunda yaşlılığı; özürlülüklerin artması ve başkalarına daha fazla bağımlılaşma şeklinde tanımlanmaktadır.
Tanımı nasıl olursa olsun, uzun yaşama şansını elde her kişi ömrünü yaşlılık döneminden sonra tamamlayacak ve süreci acısıyla, tatlısıyla yaşayacaktır.
1900 yılların başında 50 olan doğumdan sonra beklenen yaşam süresi, 100 yıl içinde, 2000 yılların başına kadar 20 yıl daha artarak 70’leri bulmuş, o yıllarda 2050 yılına kadar bir 10 sene daha aratarak 80’leri bulacağı tahmin edilirken, 2050 yılını beklemeden bu günümüzde gerçekleşmiştir.
Uzayan ömür, yaşlıların sayısını arttırmakta, bunun yanında azalan doğum hızı ise nüfus içindeki oranlarını arttırmaktadır. Ülkemizden örnek; 2005 de 65 yaş üzeri nüfus %5,7 iken günümüzde %10,6 olup 2050 yılında %17,6 olacağı düşünülmektedir. Dünya ortalaması ise 2005 de %10’dur ve 2050 de %16 olacağı sanılmaktadır.
Toplum içinde sayı ve oranı gittikçe artan yaşlılığı; İrvin D.Yalom’un “Var olmak değişmek, değişmek olgunlaşmak, olgunlaşmak bireyin kendini sürekli yeniden yaratabilmesidir.” sözüne uygun algılar, deneyimlerin zirve yaptığı, bilgeliğin kök saldığı dönemler olarak yaşarsak, özgüvenimiz yerinde kalır, üretkenliğimiz sürer, bizden önceki kuşaklarla sağlık ilişkimiz devam eder, yalnızlık yaşama olasılığımız azalır. Toplumun toplam mutluluğuna katkıda bulunuruz.
‘Yaş yetmiş, iş bitmiş’, ‘Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olur’, ‘Ununu elemiş, eleğini asmış’, ‘Elin ermez, gücün yetmez’, ’Artık köşende otur!’
Binlerce seneden bu yana süzülen bu sözler toplumuzun yaşlılığa bakışını ve yaşlıdan beklentilerini dile getirir. Bu toplum içinde yaşlanan insanlar da yaşlılıklarında buna uygun davranmaya çalışırlar. Yaşlanırken ve yaşlandığımızda bu negatif tutumdan sıyrılabilir ve olgunlaşmamızın farkına varıp kendimizi yeniden üretebilirsek ‘yaş yetmiş’ olunca işin bitmediğini kendimize ve çevremize gösterebiliriz. Kendimizin ve toplumun mutluluğun artmasını sağlayabiliriz.
Gençliğimizde birey olarak yaşlanmaya hazırlanır, toplum olarak da şimdiden yaşlanan toplumun gereksinimlerine göre planlama yapmaya başlarsak, gelecekte toplumun yaşlanmasından doğabilecek sorunları azaltabilir, toplumun her yaş diliminde dinamik olmasını sağlayabilir, mutluluğun yaygınlaşmasını kolaylaştırabiliriz.
İklim krizinin derinleşmesi ki bu ekonomik yapı ve bu ekonomik yapının kendini beslemesi için ürettiği doymak bilmez insan yapısıyla daha da derinleşecek gibi duruyor ve veya yakında sınırından döndüğümüz tüm dünyayı kasıp kavuracak bir dünya savaşının bu yazdıklarımın hepsini anlamsız hale getirmesi pek muhtemel…
Yine de iyilik, güzellik için umut etmeye, umut etmekten öte mücadele etmeye devam…
Kurtaracaksa dünyayı güzellikler kurtaracak..!