Ne mutlu güzellikleri çoğaltanlara...
Günü kurtarma eksenli, olayların eyyamcı anlayışla şekillendirildiği süreçlerde iyi ve güzele hasretiz...
Yaklaşık 40 yıllık geçmişe uzanan gazetecilik yolculuğunun akışıyla dönülmez sona yaklaşıyoruz; ne acıdır ki, bir gün olsun gerçek anlamda gönlümün çiçeklendiğini söyleyemem...
Yazdıklarım kuma çiziktirilen metinler olup dalgalar silip götürürken, söylediklerim sağır duvarlara çarpıyor...
Sabah yürürken kaldırımda boynu bükük yatan yaşamdan kopmuş kumruyla çarpılıp her daim olduğu gibi düşünce anaforunun dalgalarına kapılarak karanlık dehlizlere dalıyorum...
Belkide birimizin dikkatsizliği sonucu vaktinden önce ölen kumruyu, elbette insanlığın çirkin icadı buz betonda bırakamazdım, aslına döndürmek üzere toprağın koynuna gömdüm...
Ah insan soyu, küçük çıkarlar uğruna nasıl kendimizden kopup belki de sonumuzu getirecek yanlışlara kapılarıyoruz...
Bu noktada Tekin Büyükkaya’nın,"Bu dağlar kömürdendir / giden gün ömürdendir / feleğin bir guşu var / pençesi demirdendir..." dizeleri düşüyor bellegime...
Geride kalan ömür sürecinden çıkardığım sonuç, tüm özlemler yanılsama, aslolanın kendini insan sayan her bireyin güzellikleri çoğaltmasıdır...
Gelin görün ki, altını çizdiğim soylu beklenti de ham hayalden öteye gitmez..
Çünkü sömürü düzeni, egemenliğine aldığı her yerde çıkarı doğrultusunda yarattığı yozluğu, sözde tüketim kültürü olarak dayatıyor...
Kabullenenler özlerinden uzaklaşırken, karşı çıkanlarsa bir şekilde etkisiz kılınıp harcanıyor. İçinden geçtiğimiz süreçte insanlar, koşullarına uygun mütevazi yaşam sürmekten koparılıp herşeyin daha fazlasına ulaşmaya koşullandırılıyor...
Nohut oda, bakla sofa evler masallarda kaldı...
Mersin’de önünde dut, portakal, mandalina ve limon ağaçlarının bulunduğu tek katlı, kiremit çatılı yapıların birçoğu yıkılıp yerleri otoparka dönüştürüldü.
Geride kalan viranelerse zamanın insafına terk edilmiş durumda!
İnsan sıcaklığının paylaşıldığı toplu taşıma araçları, günün koşulları doğrultusunda geliştirilip kullanımını teşvik etmek yerine, bireysel ulaşım aracı sahipliği teşvik edildi.
Kentin gündelik yaşamına dönük hizmetleri sağlamakla yükümlü belediyeler, neredeyse ticari işletmelere dönüştürüldü.
Son yıkım Kahramanmaraş merkezli depremlerde, belediyelerin denetim ihmali sonucu yıkılan binaların enkazından sağ çıkanlara sevindik...
Ya yaşamdan kopanlar?
"Yaşam devam ediyor..." çokyüzlülüğüyle belleklerin gerisine itildi...
Aslında ayıplarımızla yüzleşip utançtan yerin dibine girmeliyiz!
Ülkede tarım ve hayvancılık neredeyse bitme noktasına geldi...
Egemenlerin çıkarları doğrultusunda üretimden uzaklaştırılan toplumun neredeyse tüm gereksinimi italatla karşılanıyor...
Dahada kötüsü dokusu çürütülen toplum, yapay ayrılıklarla kutuplaştırılarak düşman kamplara bölündü...
Gelinen nokta, geçen süreçte biriken olumsuzlukların sonuncu...
Birilerini suçlayarak sorumluluktan kendimizce sıyırılıp avunamayız; hep vurgularım sarmalında bocaladığımız sorunlarda tümümüzün payı var...
Çünkü kişi, yaptıkları kadar yapamadıklarından da sorumludur...
Ah vah edip dövünmek yerine, dayatan gerçeklerin ışığında iyi ve güzeli çoğalmaya odaklamalıyız...
Vurup kırıp dağıtıp öldürmek kolay, zor ve insani olansa, derleyip toparlayarak sevip yaşatmaktır...
Ne mutlu güzellikleri çoğaltıp canları yaşatanlara...