Anılar...
Açgözllüğümüz sonucu dopanın döngüsünün bozulmasına paralel ilk ve sonyazın defteri dürüldü...
Ve kavurucu sıcaklar başladı...
Benim gibi ömür kilometresinin sonuna yaklaşanlar sık sık anıların sarmalına dolanır...
Bizi hiçlikten kurtarıp çoğaktan dostların ölümüyle dalları budanan ağaçlar gibi güdükleşiyoruz...
Hırslarımızın güdüsüne kapılarak kan gölüne çevirdiğimiz dünyayı terk edenler kervanına kimler katılmadı ki!
daha önceki gün yaklaşık kırk yıllık Salih Kale kardeşimizi dönülmeze uğurladık...
Son zamanlarda rant yaratma odaklı yeniden şekillendirilmesi tartışılan Çamlıbel Balıkçı Barınağı’na her yolum düşüşünde belediyeden de arkadaşım olup yakın dostluğunu paylaştığım Şefik Abimi anımsarım…
Benim heyecanımın aksine bilge duruşuyla sesini hiç yükseltmeyen O Güzel İnsanla, elle tutacak kadar yakınlaştığımızı sandığımız devrim üzerine az kafa patlatmamıştık…
Birlikte çalıştığımız dönemin Mersin Belediyesi’nin Taş Binasının koridorlarının, Narlıkuyu’da altında kafa çektiğimiz harnup gölgelerinin, benim külüstür Opelin dili olsa da konuşsa…
Şefik Abi, insana saygı duyup emeği kıble edinen, günün kutsanan değerlerine dönüp bakmayan, çok okuyan, kendince şiirler yazan, azla yetinip kurduğu iç dünyasında almadan vermenin huzuruyla zenginliği duyumsayan gönlü bol birsiydi…
Uzun yolculuklara çıkma umuduyla hayalini kurup sonunda kavuştuğu teknesi Serüven’de kimlerin sorunlarını dinleyip çözüm üretmedi ki…
Anılar sökün ediyor belleğimden…
Çocukluğuma dönük çok güzel yaşanmışlıkların bulunduğu Atatürk Parkı’nın batı yakasındaki Balıkçı Barınağı’nın kıyısında oturuyoruz. Yaşça benden büyük ağabeylerim, barınağın pisliği, belediyenin ilgisizliği, teknelerin ölü yatırım olduğu yolunda konuşuyorlar. Söz, deniz tutkunu belediyeden emekli Şefik Yücesoy’un tekne edinme macerasına dayanınca, Sudi (Abaç) Ağabeyim, “Tam senlik!” deyip, Serüven’i göstererek, “Bu teknenin sahibi belediyeden emekli. Emekli ikramiyesinin tümünü buna yatırmış. Şefik’e, hizmet süresinin dolduğu gerekçesiyle emekli olmasının gerektiğini söylerler. Alacağı teknenin hayaliyle yatıp kalkan Şefik, havalara zıplar. Çoktandır peşinde olduğu bu tekneyi alır. Ancak teknenin eksiği gediği bir türlü bitmez. Üstüne üstlük, bir de günün eksik hesaplandığını söyleyip tekrar göreve çağırmazlar mı! Al başına bela… Belediyeye gidiş, geliş; tamamlanamayan tekne…
Parasızlık…
Tam bir bunalım…
Sıkıntıları aşmak için kafa yorarken, duvarda asılı duran, anacığının çok sevdiği, bir Ankara gidişinde Zafer Çarşısı’ndaki galeriden 250 milyon liraya aldığı resim gözüne ilişir. Tabloyu kaptığı gibi, yol boyunca satılıp satılmayacağını düşünerek aynı zamanda sınıf arkadaşı olan Doğan Akça’nın kapısını çalıp derdini anlatır. Ressamlığının yanı sıra Altamira Sanat Galerisi’ni de yönettiği için tablonun değerini anlayan Doğan Akça, ‘Bu resim çok değerli satmasan daha iyi edersin!’ dediyse de, söz dinletemez. Ve tabloyu satmak üzere teslim alıp arkadaşını yollar. Teknesinin eksiğini tamamlamak için yanıp tutuşan bizim Şefik, çok geçmeden tekrar çağrılır. Tablo 2 milyara satılmıştır!
Şefik, hem sevinir hem de hayrete düşer. Hoşuna gittiği için düşünmeden aldığı bir resim kendisini büyük sıkıntıdan kurtarmıştır!
Bu resim, dünyanın dört bir yanındaki koleksiyonlarda eserleri bulunan Mersinli Ressam Nuri Abaç’tan başkasının değildir…”
Aktardığım öykünün kahramanlarının tümü fiziken aramızda yok artık…
Çoktandır Çamlıbel Balıkçı Barınağında Serüveni de göremiyorum, satılan tekne ya başka sulara gitti ya da ismi değiştirildi....
Dedim ya, maddi ve manevi her gün biraz daha azalıyoruz…