Ah kadirbilmezlik!
“Merhaba Bedir Bey,
Umarım bu mail size ulaşır ve dönüş yaparsınız.
Ben Türk Dili ve Edebiyatı alanında çalışan bir akdemisyenim.
Bedii Demirseren ile ilgili bir çalışma yapıyorum. Fakat kendisi ile ilgili çok fazla bilgiye ulaşamadım maalesef.
İnternette araştırırken sizin 21.10.2021 tarihli ve ‘Kadirbilirlik’ başlıklı bir yazınıza rastladım. Ulaşamadığım bilgilerin sizde var olabileceği kanaatine vardım.
Eğer mümkünse Bedii Demirseren'in biyografisi ile ilgili sizden bilgi rica ediyorum.
Şimdiden teşekkür ediyorum.”
Paylaştığım ileti geçtiğimiz hafta düştü elektronik postama, dileği yerine getirmek adına onca çırpınmama karşın gerekli bilileri edinemedim…
Biz kimleri unutmadık ki?
Şartlar gereği ucundan kıyısından bulaşıp mesleğe dönüşen gazetecilikte hep amatör ruhla uğraştım, odak noktam kadirbilirlik oldu…
Ne acıdır ki çığlıklarım hep sağır duvarlara çarptı…
Büyük yöneticilerin kendilerince,”Dünya Kenti Mersin” etiketi iliştirdikleri Mersin’de her konuda yoğun karmaşa egemen…
Herkes ucundan tuttuğu işte kendini ön plana çıkarıp istemeyerekte olda asıl meseleyi perdeliyor…
Dergi, gazete kurarak yaklaşık kırk yıldır uğraş verdiğim meslekte, özellikle kültür-sanat alanında çok yakın olduğum dönülmeze göçen büyüklerimiz adına düzenlenen etkinliklerde bile fikrim sorulmadı…
Kırgın ve hüzünlüyüm…
Çünkü bir anlamda insanlığa uzanan yolun ilk adımlarından olan kadirbilirliği öldürdük!
Ağaç dallarıyla oylumlanır, ilgili alanlarda katkımız istense seve seve veririz…
Aslında değinecek ihmal edilen çok konu var, kime anlatacaksınız?
Yazıyı, Bedii Demirseren Ağabeyimiz üzerine araştırma yapan Dr. Orhan GÜDEK’e candan teşekkür ederek, Sevgili Ağabeyimizi geçmişte konu ettiğimiz yıllar öncenin Mersin kültüründen izler yansıtan makaleyi paylaşarak noktalayalım:
Mersin’de Bir Dil Ustası…
1990’lı yıllar. Tanımaktan büyük onur duyduğum Mimar Ressam Nuri Abaç, bir isim verip bu adamı kabuğundan çıkarın dedi.
Nuri Ağabeyin Ankara’ya dönmesinin ardından verdiğim sözü yerine getirmek için harekete geçtim. Telefonla arayıp kendisiyle görüşmek istediğimi söyledim. Nuri Ağabey benden söz etmiş olmalı ki, görüşmekten memnunluk duyacağını belirtip evine davet etti. Kararlaştırdığımız gün ve saatte buluştuk.
İlk edindiğim izlenim, söylendiği gibi içine kapanık olduğu yöndeydi. Biraz konuştuktan sonra hiç de anlatıldığı gibi olmadığını anladım.
Ayrılmak üzere ayaklandığımda, görüşmemizden duyduğu memnuniyeti yineleyerek imzaladığı birkaç kitabını verdi.
Kapak desenlerini Nuri Abaç’ın çizdiği kitaplarını kısa sürede okudum. Arı bir dil, buram buram Mersin kokuyordu.
Eften püften konuları işleyen, yer yer okurun apış aralarını ıslatmaya yönelik cinsellikle bezeli kitapların değer gördüğü bir ortamda, öykülerini kendi parasıyla bastıran bu insan Bedii Demirseren’di.
Sanat yaşamıyla 1940’lı yıllarda Mersin’in kültür ve sanat ocağı Akkahve’de tanışan Beyrut doğumlu Bedii Demirseren bakın o günleri nasıl anlatıyor:
“ Sanat yaşamımın dönüm noktalarından bir Varlık Dergisi ile tanışmamsa, diğeri Akkahve ile tanışmamdır.
Akkah ve gündüzleri pek kimsenin yaşamadığı, ama akşamın ilk saatlerinden itibaren dolduğu bir kültür okuluydu. Bu arada o yıllar Mersin’de yayınlanan Dost Işıkları ve Salkım Dergilerinin yeni gelişmekte olan sanatçı gençlere yardım ve desteğini unutmamak gerek. O yıllarda genç sanatçı olan bana da elbet. Bu sanatçı arkadaşlarımdan usumda kalanlar şunlar: Ressam Nuri Abaç, Ressam Haşmet Akal eşi Ayşe Akal, Ressam Nursel Koşanel.
Ozanlar:Celal Çumralı, A. Nadir Caner, Haluk Aker, Ergun Evren, İlyas Halil, Nurer Uğurlu, Turan Oğuzbaş, Mansur Aykıl.
Yazarlar:Zeliha Noyan.
Birde eleştirmenlerimiz vardı; Ziya Arıkan, Osman Özeren (asker).
Akkahve’de toplanılır, her sanatçı yeni yapıtını ortaya koyar, tartışılır, eleştirilirdi…”
Çalıştığı Türkiye İş Bankası’ndan emekli olduktan sonra Mersin’e yerleşen Demirseren’in bir yönü de yetkin bir dil ustası olmasıdır.
Uzun yıllar Türk Dil Kurumu üyeliği de yapan Demirseren, öyküyü romanın mükemmelleşmiş şekli olarak tanımlarken,” Eşim, esin kaynağı, esin gelip gitme gibi kavramlar bence çok saçma. Esin diye bir şey yok. Bir sanat yapıtını meydana getirmek için önce uzun bir hazırlık dönemi geçireceksiniz.Çevrenizdeki her şeyi en iyi şekilde kafanıza not edeceksiniz.Etütler yapıp dokümanlar toplayacaksınız.Tam hazır olduğunuzu hissettiğinizde( beklide o an esin alıyorlar) yazmaya başlayacaksınız. Ben bir öyküyü en az 4-5 kez yazar sonra temize çeker, (ve) ilgecini hiç kullanmamaya özen gösteririm. Sözcüklerin az harfli olmasına, bir tümce içinde yinelenmesine karşıyım.
Yeni yetişen öykücülere önerim; kendilerinde Hazreti Eyüb sabrı buluyorlarsa, iyi bir gözlemci iseler, iyi bir öğretim sonu, iyi bir kültür birikimi olmuşsa şiiri seviyorlarsa, bulmaca çözmeyi seviyorlarsa( sözcük dağarcıklarını zenginleştirmek için) öykü yazmayı sürdürsünler. Usta öykücüleri okunsunlar, ama onların taklitçisi olmasınlar…” yolundaki görüşleriyle de yetkin bir dil ustası olmanın gereklerini yerine getiriyor.