Gülüşleri güneşi gölgeleyen çocuklarımızın…
Baharın geldiğini ağaçların yaprak ve çiçeğe durmasının yanı sıra, öğrencilerin açılıp saçılmasından da anlıyoruz...
Kimileri kısa kollu giymiş, kiminin elinde dondurma; ana ve babalarının fedakârlıklarıyla kısıtlı da olsa kendilerince gençliklerinin tadını çıkarıyorlar.
Tabiat ananın tohumladığı yeni dirimleri insanlığa cömertçe sunduğu şu günlerde, var olmanın gereklerini yerine getirememenin verdiği üzünç içimdeki umut tomurcuklarını soldurduğunu duyumsuyorum.
Güneş sırtımı ısıtsa da içim üşüyor!
Üzerinde hoyratça tepindiğimiz doğa bizlere inat her koşulda işlevini yerine getirirken, planlama yetisine sahip olan biz sözde akıllı insanlar, bırakın yeni kazanımları, tarafımıza emanet edilen değerleri bile korumaktan uzağız!
Evet mevsim ilkyaz, 23 Nisan'a yani Ulsal Eemenlik ve Çocuk Bayramı'na saatler kalsa da, ülkenin sözde kalan egemenliği ve çocuklarımızın geleceğine yönelik yeni şeyler söyleme hakkını göremiyorum kendimde...
Çünkü yozlaştırdığımız değerlere dair bugüne kadar o kadar çok şey yazılıp çizildi ki!
Biz sözde büyüklerin engin başarıları(!) sayesinde doğar doğmaz ödeyemeyecekleri borcun, kaldıramayacakları yükümlülükleri üstlenen çocuklarımızın geleceği karanlık mı karanlık!
Egemen güçlerin uyguladığı örtülü projelerle Ulusal Kurtuluş Savaşı verilerek kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün kurumları aşındırıldı.
Burada çocukları geleceğe hazırlayan eğitim sistemi ve yaşam koşulları üzerinde söz ederek bilinenleri yinelemeyeceğim.
Bağımsızlığın önemini bilen Mustafa Kemal Atatürk, Ulusal Meclis’in açıldığı günü geleceğimiz olan çocuklara bayram olarak armağan etmişti!
Oysa içinden geçtiğimiz süreçte Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte sona erdirilen kapitülasyonlar üstü örtülü biçimde maalesef fazlasıyla geri geldi!
Ülkede hizmet ve ekonomik değer üreten kurum ile kuruluşların çoğu özelleştirme adı altında birilerine peşkeş çekilerek elden çıkarılıp kalanlar da işlevsizleştirildi!
Kıymetlerini bilip koruyamadığımız anılan fabrikaların kurulması, toplumun ihtiyaç duyduğu bir özleme kavuşmasıydı aslında!
İşte yakıcı bir örnek:
Anımsanacak olursa Anadolu insanı savaş ve yokluk yılarında seker ihtiyacını üzüm ve benzeri tatlı ürünlerden karşılardı!
Akılcı planlar çerçevesinde yurdun dört bir yanına kurulan Şeker Fabrikaları, özlemeleri gidermekle birlikte bulunduğu bölgeyi ekonomik ve sosyal anlamda da dönüştürmüştü!
Sözü dolandırmaya gerek yok!
Başta şeker olmak üzere yaşamsal ürünler ithal ediliyor şimdilerde!
Ulusal egemenlik, ekonomik ve siyasal yönden tam bağımsızlık demek değil midir?
Bu gerçek karşısında, stratejik kurumları özelleştirme adı altında elden çıkaran, iç ve dış borcu çığ gibi büyüyen bir ülkenin ekonomik bağımsızlığından söz edilebilir mi?
Elbette hayır!
Siyasal bağımsızlığa gelince, hırsları sağduyularının önüne geçen politikacıların yönlendirdiği Türkiye Cumhuriyeti, emperyal güçlerinin müdahalesiyle enfeksiyona açık bir yaraya dönüştürülmüş durumda!
Ülkenin geleceği, yoksulluktan yaralanılarak yönlendirilen sorgulamaktan uzak çoğunlukların iradesine ipotek konularak belirleniyor!
Biz sözde büyükler, çocuklarımızı mutlu kılamadığımız gibi, ulusal bağımsızlığımızı koruma yolunda da maalesef sınıfta kaldık!
Ülkemizin üstündeki karanlık bulutların dağılacağı umuduyla, gülüşleri güneşi gölgeleyen çocuklarımızın bayramını en içten dileklerimle kutluyorum.