İhanet!
Yıllar önce görülen yerlerden uzunca aradan sonra tekrar geçmek hüzünlendirir insanı.
Gölgesinde soluklandığın kavak ağacının yerinde yeller estiğini farkediyorsun…
Köküne sırtını dayayıp, günübirlik çıkar güdüsünün dümen suyuna girenlerce beton yığınına dönüştürülen Mersin’deki güzelim dut ağaçlarının köklenişini düşündüğün koca ceviz de keskin baltalara yenik düşmüş…
Tipinden huylanıp isteksizce havlayan koca köpekte ortalıkta gözükmüyor; ya öldü ya da çaptan düştüğü için bir tas yal çok görülerek kapı dışarı edildi…
Gün gelip aynı sonu paylaşacak olan nöbeti devralan genç köpek pek hevesli, her geçene hırlayıp duruyor...
Yapraklarını dökmüş ağacın uç dallarındaki iğdeler ulaşılmazlığı, yanından geçen suyu kurumuş dere terk edilmişliği çağrıştırıyor; bu duygularla ömür törpüsü hüznün sarmalında kıvranırken, dünyada yaşanan olumsuzlukların hemen hemen tümünde insan soyunun parmak izinin bulunması gerçeği karşısında ürperiyorum…
Savaşlar, kıyımlar, sel baskınları, kıtlık, hak ihlalleri, sömürü, terk edilme…
İhanete uğramış ören yerlerinin sessiz isyanını içimde duyumsuyorum…
Ölümü algılayan insan soyunun akıl almaz eylemleri üzerine düşünürken, ihanet olgusunun çarpıcı bir şekilde işlendiği Cengiz Aytmatov’un “Beyaz Gemi” isimli eserini anımsıyorum.
Bu noktada memleketimizde Aytmatov’a yapılan kadirbilmezlik mıh gibi çakılıyor yüreğime, hani çok izlenen ve övülen,”Selvi boylum al yazmalım” filmi Cengiz Aytmatov’un eserinden senaryolaştırılmıştır, ancak film gündeme geldiğinde Usta Yazarın ismi hiç anılmaz…
Neyse biz tekrar ihanet olgusuna dönelim, ana ve babası tarafından terk edilen eserin başkahramanı çocuk ihanete uğrayan ana maralın öyküsüyle büyür.
Esenay kıyısında yaşayan Kırgızlar, kökleri kurutulmak hedefiyle komşuları tarafından saldırmama geleneğinin olduğu cenaze töreninde baskına uğrayıp kılıçtan geçirilirler.Ne var ki, ormana oynamaya giden bir kız diğeri erkek iki çocuk kıyımdan kurtulurlar. Aç kalan bu çocuklar ailelerini kılıçtan geçirenlerin obasına gider. Çocukların kurtulmasından rahatsızlık duyan boy beyi, çocukları ortadan kaldırma görevini yaşlı bir kadına verir. Çocuklara acıyan kadın uçurumun başında ikilem içinde kıvranırken, ormanda gezinen insan sesli bir ana maral çocukların kendisine verilmesini ister. Çocukları öldürmeye kabullenemeyen yaşlı kadın, “ Ben çocukları sana vereyim, ama dikkat et; bunlar insanoğlu sonra sen zararlı çıkarsın…” yolunda sözler ederek uyarsa da, ana maral çocukları alır ve kendi yurduna götürüp büyütür. Çocuklardan çoğalan yeni Kırgız boyu, zamanla saygı göstergesi olarak ölülerin mezarına maral boynuzu dikmeye başlar. Sonuçta, maral kıyımı başlar. Canını kurtaran marallar başka diyarlara göçer. Derken günlerden bir gün çocuk dedesinden öyküsünü dinlediği marallarla karşılaşır. Gelin görün ki, öykünün kötü kişisinin tehdidi sonucu maralları kutsal sayan dede de ana maralı öldürmek zorunda kalır.
İhaneti hazmedemeyen çocuk, balık olup yüzerek ana babasına kavuşma hayali kurduğu Issık Gölü’ne akan derenin azgın sularına bırakıp yaşamına son verir…
Ne acıdır ki ihanet eden de, uğrayan da insandır!
Kişi, kendini insanlaştıran erdem kalesine kum zerreciği koymadıktan, koyamadıktan sonra sözde yaşamış neye yarar?